Herodot Tarihi – Klio (Şair Hüseyin Kaytan Çevirisi)

[1.194]

“Ama şimdi, bu ülkede şehrin kendisinden daha fazla beni şaşırtan şeyi anlatacağım. Akış yönünde Babil’e inen kayıklar yuvarlak biçimli ve deriden yapılmış (Osmanlı’nın sonuna kadar da böyleydi, ÇN), kavaktan yapılan iskeleti Asur ülkesinin üst tarafındaki Ermenistan’dan kesilmiş, ve bunlar kayık omurgası görevi görüyor, üstüne de dıştan deri gerilmiş, işte kayıklar böyle yapılmış, ne baş yarması var, ne kıç dümeni, bir kalkan gibi tamamen yuvarlak… Sonra da tamamen kamışla doldurulmuşlar, ve yükü güverteye konduktan sonra, akış yönünde sürüklenmeye zorlanıyor. Temel yükleri şarap, ahşaptan ya da palmiye ağacından  yapılmış fıçılara dolduruluyor. Ayakta iki kişi tarafından idare ediliyor, biri elindeki sandal küreğiyle geriye iterken, diğeri ileriye zorluyor. Kelekler çeşitli büyüklükte, kimi küçük, kimi büyük; en büyüğü beş bin talent ağırlığa kadar ulaşıyor. Her kelekte bir eşek oluyor, büyüklerinde iki tane. Babil’e ulaştıklarında yük indirilip satılıyor; bu aşamadan sonra adamlar keleği söküyorlar, samanı ve ağaç iskeleti satıyorlar, ve derileri eşeklere yükleyip geri Ermenistan’a yola koyuluyorlar. Akıntı o kadar güçlü ki, kelekleri geri yönde ilerleyemez, kelekleri ağaç yerine deriden yapmaları bu yüzden. Ermenistan’a vardıklarında, bir sonraki yolculuk için yeni bir kelek yapıyorlar.

[1.195]

Babillilerin giysileri, ayaklara kadar inen keten bir tunik ve bunun üstüne yünden yapılmış başka bir tunik, üstüne de bunlara sardıkları kısa beyaz bir harmanileri var, ve tuhaf tarzda ayakkabıları var, Boetionlarınkileri andırıyor. Uzun saçları var, başlarına türban takıp, bütün bedenlerini kokuyla yağlıyorlar. Her biri bir keçe ve üstüne bir elma, bir gül, bir zambak, kartal ya da benzer bir şey işlenmiş bir baston taşıyor; çünkü burada süssüz bir baston taşımak adetten değil.

Şimdi bahsedeceğim adetleri (ki bu Enetilerin İllirya kabilesiyle ortaklaşa paylaştıkları bir adet) bence en bilgece olanı. Yılda bir kez evlilik çağına gelmiş kızlar bir yerde toplanıyor, erkekler de bunların çevresinde halka oluyorlar. Sonra bir çığırtkan kızları tek tek çağırıp satışa sunuyor. En güzel olanından başlıyor. Onu pek de azımsanmayacak bir paraya sattığında, güzellikte ondan sonra geleni satışa sunuyor. Hepsi karı olmak üzere satılıyor. Babillilerin en zenginleri en güzel kız için birbirleriyle yarışıyorlar, bu arada daha alçakgönüllü olan talipler için güzellik fark etmiyor, en mütevazı kızları çeyiziyle alıyorlar. Çünkü adet odur ki çığırtkan bütün güzel kızları bitirdikten sonra, en çirkin olanını çığırıyor –şansı varsa sakat birini- ve onu erkeklere sunuyor, en az çeyizle onu kabul etmeleri için. Ve en az parayı ödeyen kişi onu alıyor. Çeyizler güzel kızlar için verilen paradan düzenleniyor, yani daha düzgün olan kızlar daha çirkin olanların çeyizini vermiş oluyor. Hiç kimsenin kızının kendi arzusuyla seçtiğine vermesine izin yok, yine hiç kimse gerçek ve adilce karı olarak almak için kefalet bulmaksızın, satın aldığı kızı alıp götüremez; eğer, yine de, bunların razı olmadıkları ortaya çıkarsa, para kendilerine geri ödenebiliyor. Bu onların en iyi adetleri, ama artık bu da yozlaştırılmış. Son zamanlarda kızlarını şiddetten korumak ve kendilerinden koparılıp uzak şehirlere götürülmelerini engellemek için farklı bir plan geliştirmişler, çünkü böylece kızları cariyeye dönüştürülüyormuş. Şimdi bu adet yoksul sıradan halk tarafından yerine getiriliyor, efendileri de bunu kötüye kullanıyor ve ailelerini mahvediyor.

[1.197] Kurumları içinde bu andığımdan sonraki en bilgece görüneni de şöyle: Bunların doktorları yok, ama bir adam hasta olduğunda, onu halka açık bir meydana yatırıyorlar, gelip geçenler geliyor yanına, eğer bu hastalığı daha önce çekmişlerse veya çeken birini biliyorlarsa, öğütler veriyorlar, kendi deneyimlerinde ne iyi geldiyse onu tavsiye ediyorlar; ve kimsenin hasta adamın derdini sormadan geçmesine izin yoktur.

[1.198] Bunlar ölülerini balın içine gömüyorlar ve Mısır’dakine benzer bir cenaze yasları var. Babilli biri karısıyla iş yaptığında, içinde tütsü yanan bir buhurdanlığın önüne oturuyor, ve karısı da karşısına oturuyor. Gün ağarınca yıkanıyorlar; çünkü yıkanana kadar her gün kullandıkları hiç bir malzemeye dokunamazlar. Bu davranış Araplarda da gözleniyor.

[1.199]Babillilerin en utanç verici olan bir adetleri var. Ülkede doğan her kadın hayatında bir kez Venüs’ün tapınağına gidip oturmak ve orada bir yabancıyla yatmak zorunda. Diğerleriyle karışmaktan pek gururlanan zengin takımdan birçok kişi, uzun bir hizmetkar dizisiyle beraber, perdeli tahtırevanlarda tapınağa geliyorlar, ve orada konaklıyorlar. Ama daha fazlası başlarının çevresinde örme çelenklerle kutsal kabine oturuyorlar – burası her zaman çok kalabalık oluyor, biri girip biri çıkıyor; ipten hatlar her yönde kadınların yolunu işaret ediyor ve yabancılar bu ipleri izleyerek kadınları seçiyorlar. Taburesine bir kez oturan kadın, bir yabancı eteğine gümüş bir sikke atmadan ve onu kutsal zeminin arkasına götürmeden, evine dönemez. Adam sikkeyi attığında su sözleri söyler – “Tanrıça Mylitta seni kutsasın.” (Asurlar Venüs’e Mylitta diyorlar.) Gümüş sikke herhangi bir büyüklükte olabilir; ve reddedilemez, çünkü yasayla yasaklanmıştır bu, ve çünkü sikke bir kez atıldıysa, artık kutsaldır. Kadın parayı ilk atan adamla gider ve hiçbirini reddedemez. Onunla beraber gittikten ve tanrıçayı tatmin ettikten sonra kadın eve döner, ve artık ne kadar büyük olursa olsun hiç bir hediye onu razı edemez. Bu kadınlardan uzun boylu ve güzel olanları bir süre sonra serbest bırakılıyor, ama çirkin olanları yasanın gereklerini yerine getirmeden önce uzun süre kalmak zorunda. Bazılarının üç dört yıl tapınak kamarasında beklemeleri gerekiyor. Bu adete çok fazla benzeyen bir duruma Kıbrıs adasının belli yerlerinde de rastlanıyor.

[1.200] Babillilerin adetleri genelde böyle. Yine bunlarda balıktan başka bir şey yemeyen üç kabile var. Balıkları yakalayıp güneşte kurutuyorlar, sonra bir harçta dövüyorlar ve keten bir süzgeçten geçiriyorlar. Kimi bu malzemeden pasta yapıyor, kimi bundan bir tür ekmek pişiriyor.

[1.201] Kiros Babil’i fethettikten sonra, Massagetae’leri hakimiyetine alma arzusu üzerinde kafa yordu. Şimdi bu Massagetae’lerin büyük ve savaşçı bir ulus olduğu söyleniyor, gündoğusuna doğru, Arsa nehrinin öte tarafında, Issedonian’ların karşısında Doğuda oturuyorlar. Birçoğu bunların İskit ırkından olduğunu değerlendiriyor.

[1.202] Aras nehrine gelince, kimi bahislere göre Ister’den (Danube) daha küçük, kimilerine göre ise daha büyük. Birçoğunun Lesbos adasına denk olduğu söylenen adalar varmış içinde. Buralarda yaşayanlar topraktan kazıp çıkardıkları kökleri yiyerek yaşıyor, bu arada uygun mevsimde ağaçlardan topladıkları meyveleri de depolayıp kış yiyeceği olarak değerlendiriyorlar. Bu amaçla meyve topladıkları ağaçlar dışında, en garip meyveler veren bir ağaçları daha varmış. Gruplar halinde toplanıp çevresinde oturdukları ateşe bunlardan atıyorlarmış, ve orada, meyve yanarken çıkan dumanı çekerek sarhoş oluyorlarmış, aynı Yunanlıların şarapla yaptıkları gibi. Ateşe daha çok meyve atılıyormuş giderek, ve sarhoşlukları arttıkça, bunlar ayağa fırlayıp dans ediyor ve şarkı söylüyorlarmış. Bu halk hakkında duyduklarım böyle.

Kiros’un üç yüz altmış kanala dağıttığı Gyndes ırmağı gibi, Aras ırmağı da Matienian’ların ülkesinden doğuyor. Biri dışında hepsi bataklıklarda ve çıkmazlarda biten kırk kolu var. Bu bataklık ve çıkmazlarda çiğ balıkla beslenen ve fok derisi giyinen bir ırkın meskun olduğu söylenir. Irmağın diğer kolu duru bir suyla Hazar denizine dökülür.

[1.203] Hazar kendi başına bir deniz ve başka hiç bir denizle bağlantısı yok. Yunanlılar tarafından sık sık gidilen, Herkül sütunlarının ardında olduğu farz edilen, hem Atlantik ve hem de Erytraean diye anılan hep aynı ve bu denizdir. Ancak Hazar özel bir denizdir, kürekli bir kayıkla gidildiğinde on beş gün uzunluğunda ve en geniş olduğu yerde genişliği sekiz gündür. Batı kıyılarında en geniş ve en yüksek dağları olan Kafkas zinciri uzanır.  Çok çeşitli kabileler yaşamaktadır burada, bunların çoğu da vahşi ormanlardaki meyvelerden beslenirler. Bu ormanlarda yetişen bir ağacın yapraklarını suda ezerek yaptıkları bir boyayla, buranın sakinleri giysilerine hayvan şekilleri nakşediyorlarmış; bu türden yapılan şekiller hiç bir zaman yıkanmayla çıkmıyor, sanki kumaş yapılırken örülmüş gibi, giysinin kendisi var oldukça kalıyorlarmış.

[1.205]Dediğim gibi Hazar denizinin batısında Kafkas sıradağları uzanıyor. Sıradağlar boyunca göz alabildiğine engin bir düzlük izliyor ki, bu düzlüklerin büyük bölümünde, Kiros’un şimdi sefer düzenlemeyi düşündüğü Massagetae’ler yaşıyor. Onu motive eden ve heyecanlandıran çok şey var – özellikle doğuştan gelen insanüstü karakteri ve daha önceki savaşlarda hep yaver giden şansı; hangi ülkeye elini uzattıysa, oradaki halkların ondan kaçması olanaksız olagelmişti.

[1.205] O zamanlar Massagetae’ler, kocasının ölümünden sonra tahta geçen Damir (Tomyris) adlı bir kraliçe tarafından yönetiliyordu. Kiros ona, onu kendi tarafına davet eden ve kendisiyle evlenmek arzusunda olduğunu söyleyen elçiler gönderdi. Ama Damir , onun kendisini değil de krallığını istediğini biliyordu, ve adamların yaklaşmasına izin vermedi. Böylece bu hileyle amaçlarına ulaşamayacağını anlayan Kiros, Aras’a yürüdü ve düşmanca niyetlerini gizlemedi; ordusunu geçirmek için bir köprü inşasına girişti ve geçişte kullanmak üzere kayıklar üzerine kuleler inşa etmeye başladı.

[1.206]Pers lideri bunlarla meşgulken, Damir  ona bir haberci gönderip şöyle dedi: “Ey Med kralı, bu çabandan vazgeç, çünkü yaptığının sana faydası olacağını bilemezsin. Var git kendi krallığını barış içinde yönet, ve bizim de bize ait ülkelerimize hakim olmamızı görmeye katlan. Yine de biliyorum ki barış ve dinginlikten daha az arzu ettiğin bir şey yoktur ve bu öğüdümü de dinlemeyeceksin, öyleyse boşu boşuna köprü yapmayı bir yana bırak da, gel bakalım, eğer Massagetae’lerin silahlarıyla bu kadar çok karşılaşmak istiyorsan; biz ırmak kıyısından üç gün yürüyüş uzaklığına geri çekilelim, ve sen de askerlerinle karşıya geç; ya da, eğer senin olduğun yakada çarpışmak istiyorsan bizimle, kendin aynı uzaklıkta geri çekil, biz gelelim.” Bu teklif üzerine Kiros Pers şeflerini topladı ve meseleyi onlara açtı, ne yapması gerektiğini sordu. Herkes Damir ’in geçişine izin vermek ve Pers topraklarında çarpışmak görüşünden yana oyunu kullandı.

[1.207] Ancak toplantıda hazır bulunan Lidyalı Krezüs bu öğüdü onaylamadı; kalktı ve şöyle itiraz etti: “Ah kralım! Çok uzun zaman önce, Jüpiter beni senin ellerine teslim ettiğinde, bütün gücümle, evine yaklaşan tehlikeleri savmaya çalışmaya söz vermiştim. Pekala! Çok acı olan deneyimlerim bana tehlikelere karşı uyanık olmayı öğretti. Eğer sen, ben ölümsüzüm ve ordum da ölümsüzlerin ordusudur diyorsan, kuşkusuz bu öğütlerimi bir kenara atarsın. Ama kendini bir insan ve insanların yöneticisi olarak görüyorsan, şunu kalbinle gör: insanların işlerinin üstünde döndüğü bir çark var, ve onun hareketi aynı adamın her zaman şanslı olmasına izin vermez. Şimdi önümüzdeki bu meselede, benim düşüncem diğer danışmanların görüşüne tam ters. Çünkü eğer sen düşmanın girmesi için ülkeni açarsan, nasıl bir tehdidin ortaya çıkacağını düşün! Eğer savaşı kaybedersen, bütün krallığını kaybedersin. Çünkü emin ol ki Massagetae’ler eğer savaşı kazanırlarsa evlerine dönmeyecekler, aksine imparatorluğunun devletlerine doğru ilerleyecekler. Ya da eğer savaşı sen kazanırsan, ırmağın öte yakasında kazanacağından daha azını kazanmış olacaksın, oysa diğer tarafta olsan zafer sonrasını da kazanırsın. Onların ordusunu ırmağın diğer yakasında bozguna uğrat, böylece ülkelerinin kalbine ilerleyeceksin. Dahası, katlanılmaz bir aşağılanma değil mi ki Kambiz’in oğlu Kiros bir kadının karşısında geri çekilsin ve toprağını ona açsın? Bu yüzden önerim, suyu geçmek ve onları olabildiği kadar geriye iterek en iyi stratejiyi belirlemeye çalışmak. Duyduğuma göre onlar Perslerin yaşamındaki güzelliklere aşina değiller ve hayatın büyük zevklerini hiç tatmamışlar. Kampımızda onlar için bir şölen düzenleyelim; alabildiğine koyunlar keselim, şarap kaplarını soylu içkilerle dolduralım, türlü türlü yemeklerle sofra donatalım: sonra en hantal askerlerimizi geride bırakarak, ırmağa doğru geri çekilelim. Eğer çok hatalı değilsem, onlar mükellef sofrayı gördüklerinde her şeyi unutacak ve tuzağa düşecekler. Sonrasında bize düşeni erkek gibi yerine getiririz.”

[1.208]Önüne böylece birbirine ters iki plan konan Kiros düşüncesini değiştirdi ve Krezüs’ün öğüdünü tuttu, Damir ’e cevap vererek onun geri çekilmesini, kendisinin ırmağı geçeceğini söyledi. O da dediği gibi geri çekildi; ve Kiros Krezüs’ü oğlu Kambiz’e emanet etti (kendinden sonra tahta çıkması için onu belirlemişti) ve sefer başarısız da olsa ona saygılı olmayı ve iyi bakmayı sıkı sıkıya tembih etti; ve ikisini Persia’ya geri gönderdikten sonra, ordusuyla ırmağı geçti.

[1.209] Geçişten sonraki ilk gece düşman topraklarında uyuduğunda, bir rüya gördü. Rüyasında Hystaspes’in (Viştaspa) en büyük oğlu, omuzundan çıkan bir kanadıyla Asya’ya, diğer kanadıyla Avrupa’ya gölge düşürüyordu. O zaman Arsames’in oğlu Hystaspes Axameniş ırkındandı ve en büyük oğlu Darius o zamanlar 20 yaşına varmamıştı daha; savaşa gidecek yaşta olmadığı için de geride Persia’da kalmıştı.  Kiros uyanıp rüyasını düşündü, bu basit bir rüya değildi. Böylece Hystaspes’i çağırttı ve onu köşeye çekerek, “Hystaspes, oğlun tacıma ve bana karşı komplo kurarken yakalandı. Sana söyleyeyim nasıl emin olduğumu. Tanrılar benim güvenliğimi gözetiyor ve her türlü tehlikeye karşı beni önceden uyarıyor. Şimdi dün gece yatağımda yatarken, senin büyük oğlunu omzunda çıkan kanatlarıyla gördüm, kanatların biri Asya’yı, biri Avrupa’yı gölgeliyordu. Bundan, bütün kuşkuların ötesinde, şu sonuç kesinlikle çıkıyor ki, o bana karşı bir komplonun içinde. Öyleyse öncelikle sen Persia’ya dön, ve ben Massagetae’leri fetihten döndüğümde, oğlun karşımda hazır olsun ki, hesabını sorabileyim.”

[1.210] Darius’un kendisine karşı darbe yapacağına inanan Kiros böyle konuştu; oysa tanrının kendisini uyarmak için gönderdiği rüyanın gerçek anlamını kaçırmıştı, burada ölecek ve krallığı sonunda Darius’un eline düşecekti.

Hystaspes Kiros’a şu sözlerle cevap verdi: “Efendim, Fars bir canlı sana karşı darbe mi yapacak, tanrı etmesin! Böyle biri varsa tez elden ölüm gelsin başına! Sen köle olan Perslerden özgür Persler yarattın; sen geldiğinde başkalarına bağlıydılar, sen onları her şeyin hakimi yaptın. Eğer bir rüya oğlumun sana karşı iş çevirdiğini söylüyorsa, onu kendi elimle sana veririm ve ne istiyorsan onu yaparsın!” Böyle cevap veren Hystaspes yeniden Aras’ı geçti ve oğlu Darius’a göz kulak olmak için hızla Persia’ya geri döndü.

[1.211] Bu arada Kiros, Krezüs’ün öğütlediği gibi,  ırmağın diğer yakasında üç günlük yol ilerlemiş, ve ordusunun hantal kısmını kampta bırakarak, iyi askerleriyle ırmağa doğru gitti. Kısa zaman sonra, Massagetae’lerin ordusunun üçte birlik bir kısmı kraliçe Damir (Tomyris)’in oğlu Spargapises’in komutasında gelerek, Kiros’un geride bıraktığı askerlere saldırarak kılıçtan geçirdi. Sonra hazırlanmış ziyafeti gördüklerinde, çöküp ziyafete başladılar. Yiyip içip iyice sarhoş olduktan sonra uykuya daldıklarında, Kiros komutasındaki Persler yetişti, birçoğunu katletti ve daha büyük kısmını ise esir aldı. Spargapises de esir alınanlar arasındaydı.

[2.212] Damir (Tomyris) oğluna ve ordusuna olanları öğrendiğinde, Kiros’a bir elçi gönderdi ve fatihe şöyle hitabetti: “Ey sen, kana susamış Kiros, bu zavallı zaferinle gurur duyma: işte o üzüm suyu – ki içersin ve seni deliye çevirir, ve yuttukça ağzından cüretkar ve şeytani kelimeler çıkar – oğlumu bu zehirle düşürdün tuzağına ve yendin onu, dürüstçe açık savaşta değil. Şimdi kulaklarını aç da öğüdümü dinle, ve emin ol senin iyiliğin için öğüdüm. Oğlumu bana geri gönder ve ülkemden zarar görmeden çık, ev sahibin Massagetaelerin üçte biri üzerinde zafer kazanmış olarak. Eğer red edersen, Massagetaelerin yüce hakimi güneş üzerine yemin ederim ki, sahip olduğun büyük kana susamışlığı kendi kanınla tıka basa doyuracağım.”

[1.213] Bu mesajın sözlerine Kiros hiç önem vermedi. Kraliçenin oğlu Spargapises’e gelince, şarabın etkisi geçip de başına gelen felaketin büyüklüğünü anladığında, Kiros’tan kendisini çözmelerini istedi; isteği yerine getirilip prangaları çıkarıldığında, elleri serbest kalır kalmaz kendini öldürdü.

[1.214] Kiros’un öğütlerine hiç değer vermediğini öğrenen Damir (Tomyris), krallığının bütün güçlerini topladı ve onunla savaştı. Barbarların birbirleriyle savaşları içinde, bence bu en dehşetli olanıydı. Tarzları, anladığım kadarıyla, şöyleydi: -Öncelikle iki ordu birbirlerinden uzakta durup birbirlerine ok yağdırdılar, sonra, ok keseleri boşaldığında, yaklaşıp mızrak ve hançerlerle bilek bileğe savaştılar; bu halde uzun süre  savaştılar, ama taraflardan hiç biri geri çekilmedi. Sonunda Massagetaeler galip geldi. Pers ordusunun büyük bölümü imha edildi ve Kiros da öldü, yirmi dokuz yıl hükmettikten sonra. Kraliçenin emriyle ölenler arasında Kiros’un cesedini aradılar, bulduklarında kraliçe bir tulum aldı, onu insan kanıyla doldurdu ve Kiros’un kafasını ona daldırdı, ve cesedine hakaret ederek şöyle dedi: “Ben yaşıyorum ve seni çatışmada yendim, ama sen de beni yıktın, çünkü oğlumu hileyle benden aldın; bunun için işte sana tehdidimi gerçekleştiriyorum ve istediğin kanı sana sunuyorum.” Kiros’un ölümü üzerine söylenenler içinde, bana en çok inanmaya değer geleni işte böyleydi.

[2.215] Massagetaelerin giyim ve yaşam tarzları İskitlerinkine benzer. Bunlar hem at sırtında ve hem de yaya savaşırlar, hiçbir yöntem onlara yabancı değildir: ok ve mızrak kullanırlar, ama en çok tercih ettikleri silah savaş baltasıdır. Silahları ya pirinçten ya da altından yapılmıştır. Mızrak ve ok uçları ile savaş baltalarını pirinçten yaparlar; miğferleri, kemerleri ve kuşakları ise altındandır. Atlarının koşumları da böyledir, göğüs zırhları pirinçten olur, ama yular, gem ve yüz zırhları için altın kullanırlar. Ülkelerinde bulunmadığı için demir ve gümüş kullanmazlar; ama pirinç ve altınları boldur.

[1.216] Adetleri ise şöyledir; – her erkeğin tek eşi olsa da, kadınlar genelindir; bu, Greklerin yanlış söyledikleri gibi İskitlerin değil, Massagetaelerin adetidir. Bu halkta insan hayatı doğal ölümle son bulmaz; biri çok yaşlandığında, akrabalarının hepsi toplanır ve onu kurban ederler; aynı anda birkaç büyükbaş hayvan da kurban edilir. Kurbandan sonra eti kaynatır ve kendilerine ziyafet çekerler; ve hayatlarını bu biçimde sona erdirenler en mutluları sayılır. Biri eğer hastalıktan ölürse onu yemezler, aksine toprağa gömerler ve kurban edilmediği için onun kara bahtına ağlarlar. Bunlar tahıl ekmezler, ama sürülerinden ve Aras’ta bol bulunan balıktan beslenirler. Ana içecekleri süttür. İbadet ettikleri tek tanrı güneştir, tanrıların en hızlısına, ölümlü canlıların en hızlısını kurban etmek saikiyle, ona at kurban ederler.”

 

Herodot Tarihi’nin bu bölümü şair dostumuz Hüseyin Kaytan tarafından Zuzu Kitap blog sayfası için tercüme edilmiştir.

Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bir yanıt yazın