Karname-î Ardaşîr-î Babagan’dan Üzerinde Düşünmeye Değer Anlatımlar (Hüseyin Kaytan Çevirisi ve Notlarıyla)

Karname-î Ardaşîr-î Babagan’dan Üzerinde Düşünmeye Değer Anlatımlar

 

Karnamak(*), bir masal gibi anlatılmış. Çevirdiğim kısımların bazı yerlerine kimi notlar ekleyerek okur için açıklayıcı olmaya çalıştım.

Giriş:

“Şanlı ve şahane Yaratıcı Ahuramazda Adına

Papak oğlu Artaşir’in tarihinde şöyle yazılmıştır: Romalı İskender’in ölümünden sonra, İran’da yerel hükümdarlar vardı. Isfahan, Fars ve komşu toprakları onların şahı Ardawan’ın elindeydi. Papak, Fars’ın beyi ve miriydi ve Ardawan’ın vekiliydi…”

Tam bir masal olan bu anlatımda, Papak’ın oğlu yoktur. Ama bir çobanı vardır ve Sasan’ın soyundan gelmektedir. Papak bunu bilmez, sorar ve soylu bir damardan geldiğini öğrenir. Rüyalar, yorumlar filan derken, çocuğun parlak bir geleceği olduğuna hükmederek, onu Ardawan’ın sarayına gönderir. Burada şehzadelerle kalır, onlardan üstün olduğu anlaşılınca ahıra kapatılır. Burada Ardawan’ın kızı âşık olur çocuğa. Birgün babası uyurken, altınlarını vs. çalar ve Ardaşir ile beraber kaçarlar. Kaçış da masalsıdır, onlar kaçarken peşlerinden bir koç da onları izlemektedir. Hem de süvari olarak. Velhasıl masal kahramanının bahtı açıktır. Bin hileyle üste çıkmasını bilir her zaman, kurnaz tilki gibidir.

Fakat bu masalda ilginç bazı veriler var: Savaştığı ve yok ettiği adamlardan biri Madik’tir. Ki part dilinde “Medli Adam” anlamına gelir. Şöyle yazıyor:

s.48 “Böylece o büyük bir ordu ve beygir sürüsü topladı ve Kürt kralı Madik’e karşı sefere çıktı. Burada savaş oldu ve çok kan döküldü; Ardaşir’in ordusu büyük kayıp verdi ve yenildi. Ardaşir ordusundan koptu, geceden yararlanıp bir ıssız yere geldi, burada ne su ve ne yiyecek vardı ve süvarilerinden ve beygirlerinden ayrılmış olan o, aç ve susuz kaldı. Baktı ki uzakta bir çoban ateşi yanıyor: oraya gitti ve orada küçükbaş hayvanlarıyla dağlık zozanlarda yaşayan yaşlı bir adam gördü. Ardaşir o gece oraya gitti ve diğer gün onlara yolu sordu. Dediler ki: ‘Buradan üç fersah uzakta kalabalık ve meskun bir bölge var, ve birçok köy.’ Ardaşir bu köylerden birine gitti, bir adam gönderdi ve bütün süvarilerini yeniden yanına getirtti. Madigan’ın (Medlerin) ordusu şöyle düşünüyordu: ‘Ardaşir’den kurtuldum, çünkü o kırıldı ve Fars’a gitti.’ Ama Ardaşir 4000 adam silahlandırdı, bir gece baskınıyla bu Madiganların üstüne yürüdü, 1000 tane Kürdü öldürdü, diğerlerini yaraladı ve zincirledi ve Kürt kralının oğulları, kardeşleri ve çocuklarının yanısıra, talan ve ganimeti de Fars’a gönderdi.

Ancak Solucan Efendi Haftanboxt’un ordusu ona saldırdı, süvarilerinden hazinelerini ve varlıklarını yeniden aldı ve onları Gular’a, Solucan’ın konakladığı Koçeran’daki mezraya sürdü. Ardaşir’in o zamanki maksadı şuydu: ‘Ermenistan’a ve Azerbaycan’a gitmek istiyorum’; çünkü Şehrgar’dan Yezdangerd büyük bir orduyla bu bölgeden gelmişti ve ona biat etmişti. Ancak Ardeşir Haftanboxt’un oğullarının kendi ordusuna karşı yaptığı kötülük ve zorbalıkları duyunca, şöyle düşündü: ‘Önce Fars’taki durumu düzeltmek ve düşmandan arındırmak lazım. Şimdi öncelikle bu birçok bölgeden, Sind, Mokran ve denizden tek tek topladığı 5000 kişilik ordusuyla Koçeran’daki güçlü ve heybetli Allahsızla savaşmak gerek.’ Ardaşir’in ordusu böylece her yönden ona doğru gelip toplandı, ama öte yandan Haftanboxt da bütün ordusunu başkentine geri çağırdı. Ardaşir ordu komutanlarıyla birlikte büyük bir orduyu Solucan’a karşı gönderdi. Solucan’ın dostları (Yaran!!!) bütün hazineleri ve varlıkları Koçeran’daki kalenin çevresine yığmışlardı. Kendileri de dağda bir uçurum yarığına saklanmışlardı. Ardaşir süvarileri bundan habersizdi. Bunlar Gular kalesinin altından gelerek süvarileri sardılar. Gece olunca, Solucan’ın ordusu onlara saldırdı, gece baskını yaptı, Ardaşir’in birçok süvarisini öldürdü ve atlarını, koşumlarını, yüklerini, neleri var yoksa aldılar. Süvariler utanç içinde ve rezilce yenilip, çırılçıplak ve elleri boş yeniden Ardaşir’e geldiler. O bunu gördüğünde çok üzüldü; bütün ülkelerden ve bölgelerden birlikler çağırdı başkente ve büyük bir orduyla Solucan’a karşı kendisi yürüdü. Gular kalesine geldiğinde, Solucan’ın bütün ordusu kalenin içine kamp kurmuş durumdaydı; o da onların çevresine kamp kurdu. Solucan Efendi Haftanboxt’un 7 oğlu vardı, bunlardan her biri 1000 adamla belli bir bölgeye (satrap olarak) yerleştirilmişti. O zaman Araustan’da olan bir oğlu, Araplardan ve Mısırlılardan bir orduyla deniz tarafından geldi ve Ardeşir’e saldırdı; bunun üzerine kaledeki Solucan’ın ordusu da çıktı ve Ardaşir’in süvarilerine ölümcül bir kıyım yaptı, her iki taraftan da birçok asker öldü. Ancak dışarı çıkan Solucan’ın ordusu, çıkış yollarını öyle bir kesti ki, artık Ardeşir’in ordularından hiç kimse dışarı çıkıp insanlara ve hayvanlara yiyecek getiremedi, insanlar ve hayvanlar büyük bir acı ve fakirlik içine düştüler. Bu arada Anoşakgat’ın oğlu Mithrak ve diğer Persler, Ardeşir’in Solucan’ın başkentinde kendi orduları üzerinde zafer kazanamadığını duyduklarında, ordusunu silahlandırdı, Ardeşir’in memleketine (meskun olduğu yere) saldırdı ve buradan bütün hazinelerini ve varlığını alıp götürdü. Ve o, Mithrak’ın ve diğer Perslerin ihanetlerini duyduktan sonra, meseleyi yeni baştan düşündü: ‘Önce Solucanla savaşımı bitirmeliyim, sonra Mithrak ile savaşıp çatışırım.’ Böylece bütün ordusunu karargâhına geri çağırdı ve komutanlarına kendilerini ve orduyu azad etmelerini istedi. Sonra yemeğe oturdu. O anda kaleden büyük bir ok uçup geldi ve sapına kadar sofradaki koçun gövdesine saplandı. Oka tutuşturulmuş bir yazı vardı: ‘Bu oku yüce Solucan Efendinin süvarileri ve hizmetkârları attı. Bak biz bu koçu vurduk ama, sizin gibi büyük bir adamı vurmak istemiyoruz.’ Ardeşir bunu gördüğünde,  ordusunu oradan çekti. Ancak Solucan’ın ordusu Ardeşir’i izledi ve ikinci bir mevkide öyle bir sıkıştırdı ki, ordusu geçemedi. Ardeşir’in kendisi deniz kıyısında sıkıştı. Anlatılır ki, Kayan majesteleri uzaktı, ama sonra yine onun önünde durdu ve önünden giderek onu bu tehlikeli düşman bölgesinden yavaş yavaş çıkardı, Mahoe adlı bir köye geldiler. Gece Bugrak ve Bugratur adlı iki kardeşin evinin önüne geldi, onlara şöyle dedi: ‘Ben Ardeşir’in süvarilerinden biriyim ve Solucan’la savaşın yenilgisinden geliyorum; bana bir iyilik yapın da, bu gece, Ardeşir’in ordusunun nereye gittiğinden haber gelinceye kadar kalayım burada.’ O zaman kardeşler üzülüp dediler: ‘Bu Allahsızı bu kadar güçlü kuvvetli yapan o kötü pis ruha lanet olsun, ki bütün insanlar ve ülkeler Ahuramazda ve Ameşaspand’dan soğusunlar ve Ardeşir gibi büyük bir efendi ve bütün ordusu bu puta tapıcı pis düşmana yenilsin ve kaçsınlar!’ Sonra Ardeşir’in atını aldılar, eve götürdüler, ahırda bağlayıp arpa, saman ve yulaf verdiler; onun kendisini de uygun biçimde götürüp bir yere oturttular. Ama o çok üzgündü ve kara kara düşünüyordu; sonra kutsal ekmek koydular önüne ve şöyle talep ettiler: ‘Duanı et, ye ve gam ve kederi bir yana bırak; çünkü Ahuramazda ve Ameşaspand ille bir vesile bulacak ve bu isyana fazla sabretmeyecek. Değil mi ki tanrı Dehak’tan, Tur’lu Efrasiyab’dan ve Romalı İskender’den razı olmadı ve şan ve yüceliğiyle onları öyle bir yok etti ki, sanki dünya onlar hiç tanımamış gibi oldu.’ Bu konuşma üzerine Ardeşir’in keyfi yeniden yerine geldi; duasını edip yemeğini yedi. Şarapları yoktu, onun yerine …. getirdiler, bir Mjazd sofrası kurdular ve efsanelerden sözettiler. Ardeşir artık onların karakterlerine, dindarlıklarına, alçakgönüllülüklerine ve kulluklarına güven duyduğu için, bir sırrını Bugrak ve Bugratur ile paylaştı ve şöyle dedi: ‘ben Ardaşir’in kendisiyim; bir düşünün hele, bu Solucan ve süvarilerini yoketmek için nasıl bir vasıta bulacağız?’ Onlar cevap verdiler: ‘Bir kez daha bedenimiz ve canımız, varımız yoğumuz, kadınımız ve çocuğumuz İran hükümdarına feda olsun; bunu biz de yapmak istiyoruz. Ancak biliyoruz ki, şöyle yaparsak bu kötülüğe karşı bir vasıta bulabiliriz: Sen yabancı bir adam kılığına girsen, şehrin girişine gelsen, onun hizmetine girsen, dahası dini iyi bilen bir feqi’yi de yanına alsan ve tanrıya övgü ve takdirle Ameşaspandlara sığınsan… Sonra Solucan’ın tıkınma zamanı geldiğinde, şöyle yap: Erimiş kurşunu bu uğursuzun gırtlağına boşalt ve ölsün.’ Bu konuşma Ardeşir’in hoşuna gitti, onları övdü ve Burgak ve Burgatur’a şöyle konuştu: ‘Bu işi sizin yardımınızla yapabilirim.’ Onlar dediler: ‘Senin her işine canımız bedenimiz feda olsun.’ Böylece Ardeşir yeniden Ardeşir-Çurak’a geldi. Anoşakgat’ın oğlu Mithrak’ın işini bitirdi, onu öldürdü, ülkesini, toprağını, varını yoğunu aldı. Sonra Solucan’a karşı savaşmak için adamlar gönderdi ve Bugrak ve Burgatur’u yanına çağırdı. Çok sayıda gümüş ve altın sikke ve giysi aldılar; kendisi bir Horasanlı gibi giyindi, Bugrak ve Bugratur’la Gular kalesinin önüne geldi ve dedi: ‘Ben Horasanlı bir adamım; yüce efendiden lütuf dilerim ki gelip hizmetinde çalışayım.’ Tapınak hizmetkârları Ardeşir’i ve yanındakileri Solucan’ın evine alıp yerleştirdiler. O altın ve gümüş sikkeler ile giysileri hizmetkârlara hediye verdi. … Bunun üzerine kaledeki herkes hayran kaldı ve yüksek sesle onu övdüler. Sonra Ardeşir konuştu: ‘Solucan’ı üç gün boyunca elimle bizzat beslemek isterim.’ Hizmetkârlar ve nöbetçiler buna sevindiler. O zaman Ardeşir bir adam gönderdi ve 400 yetenekli, ölümcül adamdan oluşan bir ordunun karşıdaki dağda bir uçurumda  saklanmasını emretti. Sonra emretti yine: ‘Asman günü geldiğinde (ayın 27’si) eğer Solucan’ın kalesi üstünde duman görürseniz, cesaret ve mahirlik göstererek kalenin dibine gelin.’ O gün geldiğinde erimiş kurşunu aldı, tanrıya hamd u senalar olsun ki Burgak ve Burgatur getirmeyi başarmışlardı. Yemleme zamanı geldiğinde, her gün yaptığı gibi Solucan böğürdü. Ardeşir daha öncesinde bir ziyafet vererek Solucan’ın bütün hizmetçilerini ve nöbetçilerini sarhoş etmişti. Sonra o hizmetçileriyle beraber Solucan’a gitti ve ona hergünkü öğünü olan koyun ve sığır kanını götürdü. Ama solucan kanı içmek için ağzını açtığında, Ardeşir erimiş kurşunu gırtlağına döktü; erimiş kurşun bedenine girdiğinde, o ikiye bölündü. Bu arada öyle bir böğürdü ki, kaledekiler oraya yığıldılar ve büyük bir kargaşa oldu. Ardeşir kılıcına davrandı ve kalede ortalığı kana buladı. Sonra emretti: ‘Ateş yakın ki, o süvariler dumanı görsünler.’ Hizmetkârlar böyle yaptılar… …. O yerde Ardeşir bir Wahram Ateşi yaktı. Hazineler ve mücevherlerle, altın ve gümüşle yüklü 1000 deveyi kendi evine gönderdi. …”

Nöldeke’nin dipnotu: Tabari ve (cod. Spr. 30???) Solucan hikâyesine şöyle tepki verirler: “Fars’ın kıyı kesiminde,  Asun adında kutsal bir kral vardı; Ardeşir buna karşı yürüdü, onu öldürdü, kılıcıyla onu ikiye böldü ve yoldaşlarını da öldürdü. Onun hazine odalarında yığdığı zenginliklerini aldı.” Diğer bir kaynaktan da şöyle bahseder: “Ardeşir-Çurra’nın kıyı kesimindeki Gau Koçeran’daki Alar adlı bir köyde, tanrısal bir kraliçe yaşardı, bunun çok parası, hazinesi ve askerleri vardı. Ardeşir bunun din adamlarına savaş açtı, kadını öldürdü ve onun sahip olduğu büyük hazineyi aldı.”

(*)Geschichte des Artachsir i Pâpakân; aus dem Pahlawi übersetzt von Theodor Nöldeke, Göttingen, 1879

Çeviri ve notlar: Hüseyin Kaytan

 

 

Bir yanıt yazın