L. OLIPHANT’ın yeni eseri “Land of Gilead” büyük ilgi görüyor. İncelemeler bir süre önce yayınlandı, ancak yer azlığı nedeniyle konuyu şimdiye kadar bir kenara bırakmak zorunda kaldık. Şimdi eserin kendisi hakkında değil —ki bu zeki yazarın yazdıklarına ne kadar adaletli davranıldığı tartışmalıdır— ama haklarında çok az şey bilinen Lübnan Dağı mistiklerinden Dürzîler ile ilgili anlattıkları üzerine bir şeyler söyleyeceğiz. Belki bu konuya yeni bir ışık tutabiliriz.
Oliphant’a göre “Dürzîler, dünyanın sonunun yaklaştığına dair kesin bir inanca sahiptir. Yakın zamanda meydana gelen olaylar kutsal kitaplarındaki esrarengiz kehanetlerle o kadar örtüşmektedir ki, mezhebin kurucusu ve ilahi şahsiyeti olan El Hâkim’in bir an önce dirilmesini dört gözle beklemektedirler. Bunu anlamak için Çin ve Dürzî teolojisi arasındaki bağlantı hatırlanmalıdır. Tüm inançlı Dürzîlerin ruhlarının Çin’in batısındaki bazı şehirleri çok kalabalık bir şekilde işgal ettiği varsayılmaktadır. Dünyanın sonu, İslam ve Hıristiyanlığın çatışan güçlerine karşı Doğu’dan güçlü bir ordunun yaklaşmasıyla işaret edilecektir. Bu ordu Evrensel Aklın komutası altında olacak ve milyonlarca Çinli Üniteryen’den meydana gelecektir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar ona teslim olacak ve onun önünde Mekke’ye yürüyeceklerdir. Daha sonra El Hâkim ortaya çıkacak; onun emriyle Kâbe Cennetten gelen ateşle yıkılacak ve ölülerin dirilişi gerçekleşecektir. Rusya’nın Çin ile çarpışmaya başlamasıyla birlikte Dürzîler mukaddes kehanetlerinin gerçekleştiğini görmekte ve kendilerinin de önemli bir rol oynayacaklarına inandıkları Armageddon’u sabırsızlıkla beklemektedirler.” —(Pioneer.)
Lawrence Oliphant bize göre İngiltere’nin en parlak yazarlarından biridir. Kendisi aynı zamanda Doğu’nun içsel yaşamını, bu konuda yazan yazar ve gezginlerin çoğundan daha derinden bilmektedir —Kaptan ve Burton Hanım hariç. Ancak onun keskin ve gözlemci zekâsı bile Dürzîlerin derin mistik inançlarının sırrını anlamakta güçlük çekmiştir. Öncelikle: El Hâkim onların mezhebinin kurucusu değildir. Ritüelleri ve dogmaları, kardeşliklerine kabul edilenler dışında hiçbir zaman bilinmemiştir. Kökenleri neredeyse bilinmemektedir. Harici dinlerine ya da bu dinden daha çok nelerin ortaya çıktığına gelince, bu birkaç kelimeyle anlatılabilir. Dürzîlerin Kürtler, Mardi-Araplar[1] ve diğer yarı medeni kabilelerin bir karışımı olduğuna inanılmaktadır. Biz naçizane onların, Ortodoks Hıristiyan Kilisesi’nin ve Ortodoks İslamcılığın acımasız ve amansız zulmü karşısında, Müslüman propagandasının ilk yüzyıllarından beri bir araya gelen ve ilk sığındıkları Suriye ve Lübnan Dağı’nın kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinde yavaş yavaş kalıcı bir yerleşim kuran tüm ulusların mistiklerinin soyundan geldiklerini ve onların bir karışımı olduklarını savunuyoruz. O zamandan beri, inançları ve gerçekten gizli ayinleri konusunda en katı sessizliği korudular. Sonraları, savaşçı karakterleri, üstün cesaretleri ve ister Müslüman ister Hıristiyan olsun düşmanlarının onlardan eşit derecede korkmasını sağlayan amaç birliği, bağımsız bir topluluk ya da imperium in imperio[2] olarak adlandırabileceğimiz bir yapı oluşturmalarına yardımcı oldu. Bunlar Küçük Asya’nın Sihleridir ve yönetimleri Guru Nanak’ın[3] takipçilerinin son zamanlardaki “commonwealth”iyle pek çok benzerlik gösterir —hatta mistisizmlerine ve yılmaz cesaretlerine bile benzerlik gösterir. Ancak bu iki topluluk, yabancılar tarafından hakkında hiçbir şey bilinmeyen ya da hemen hemen hiçbir şey bilinmeyen üçüncü ve daha gizemli bir din adamları topluluğuyla daha yakından ilişkilidir: Khe-lang Kardeşliği olarak bilinen ve diğerleriyle çok az karışan Tibetli Lamaistlerin kardeşliğini kastediyoruz. Lamaların yanında birkaç yıl geçirmiş olan Csomo de Koros bile bu Chakravartinlerin (tekerlek çevirenlerin) dini hakkında, onların dışsal ayinleri hakkında kendisine bildirmeyi seçtiklerinden daha fazlasını öğrenememiştir; Khe-langlar hakkında ise hiçbir şey öğrenememiştir.
Dürzîlerin kutsal kitapları ve dinleri üzerindeki gizem, grantha’ları[4] çok iyi bilinen ve Avrupa dillerine birden fazla kez çevrilmiş olan Amritsar ve Lahor “Müritleri” ile ilgili olandan çok daha aşılmazdır. Lübnan mistiklerinin sözde kırk beş kutsal kitabından[5] hiçbiri, bırakın incelenmeyi, hiçbir Avrupalı bilim insanı tarafından görülmedi bile. Birçok elyazması, her zaman zemin kattaki toplantı odasının altına inşa edilen yeraltı Holowey’lerinden (dini toplantı yeri) hiç çıkmamıştır ve Dürzîlerin halka açık Perşembe toplantıları, aşırı meraklı seyyahlar ve komşular için tasarlanmış panjurlardır.
Kendilerine verdikleri isimle “H’amsa’nın Müritleri” gerçekten de garip bir mezheptir. Okhalları ya da ruhani öğretmenleri, Sih Akali gibi, sadece büyük, mobilyasız bir oda olan görünür ibadet yerini koruma görevinin yanı sıra, Mistik Tapınağın koruyucuları ve Okhal adlarının da ima ettiği gibi “bilge adamlar” ya da gizemlerinin inisiyeleridir: Akl Arapçada “zekâ” ya da “bilgelik” anlamına gelir. Onlara Dürzîler demek uygun değildir, çünkü bunu bir hakaret olarak görürler; gerçekte H’amsa’nın heretik bir öğrencisi olan Daruzi’nin takipçileri de değillerdir, ancak Daruzi’nin gerçek müritleridirler. On birinci yüzyılda aralarında ortaya çıkan, Orta Asya’dan gelen ve gizli ya da “gizemli” adı “El-Hamma” olan bu şahsiyetin kökeni Avrupalı bilginlerimiz tarafından tam olarak bilinmemektedir. Ruhani unvanları “Evrensel Kaynak ya da Zihin”, “Işık Okyanusu” ve “Mutlak ya da İlahi Zekâ”dır. Bunlar, kısaca, “Okyanusa Giden Yol”[6] unvanı, Işık Okyanusuna (Zekâ) veya İlahi Bilgeliğe Giden Yol veya “Yol” anlamına gelen Tibetli Dalai-Lama’nınkilerin tekrarlarıdır —her iki unvan da aynıdır. İbranice Lamad kelimesinin de “Tanrı tarafından eğitilmiş” anlamına gelmesi ilginçtir.
Yakın zamanda bir İngiliz oryantalist Nanak’ın dininde Budizm’in önemli bir yer tuttuğunu keşfetmiştir. (Calcutta Review’da yayınlanan Diwali makalesi.) Hindustan İmparatorluğu Budaların ve Boddhisattvaların ülkesi olduğu için bu gayet doğaldır. Ancak coğrafi ve etnolojik konumları ile Hindularınki arasında uçurum olan Dürzîlerin dininin böyle olması çok daha anlaşılmaz ve gariptir. Yine de bu bir gerçektir. İnançları ve bazı ayinleri bakımından dünya üzerindeki diğer tüm halklardan daha fazla Lamaisttirler. Bu gerçek inkâr edilebilir ama bunun tek nedeni Avrupa’nın bu konuda neredeyse hiçbir şey bilmemesidir. Hükümet sistemleri feodal ve Satriarkal olarak tanımlanırken, Lamaistlerinki —ya da eskiden olduğu gibi Sihlerinki— kadar teokratiktir. Tanrının gizemli temsili, ruhunun onlara rehberlik ettiği söylenen H’amsa’da görünür ve Dürzîlerin baş Okhal’ının şahsında düzenli aralıklarla yeniden bedenlenir, tıpkı Sihlerin Guru-Krallarında olduğu gibi, Guru Govind gibi bazıları Nanak’ın, Tibet’in Dalai-Lamaları ise Buda’nın yeniden bedenlenmiş hâlleri olduklarını iddia ederler. Bu arada, bu sonuncular Abbe Huc ve diğerleri tarafından isimlendirmedeki farka bakılmaksızın gevşek bir şekilde Shaberonlar ve Khubilghanlar[7] (her ikisi de çeşitli derecelerde Buda’nın değil, Buda benzeri ilahi ruhunun yeniden bedenlenmeleri) olarak adlandırılır: El Hamma ya da H’amsa “Tanrı Kelamının Diyarı”ndan gelmiştir. Bu topraklar neredeydi? Kuzeyli kahin Swedenborg, takipçilerine KAYIP SÖZ’ü Tataristan, Tibet ve Çin’in hiyerofantları arasında aramalarını tavsiye etmiştir. Buna birkaç açıklayıcı ve destekleyici gerçek ekleyebiliriz. Tibet’in teokratik metropolü olan Ll’hassa genellikle “Tanrı-Diyarı” olarak tercüme edilir, yani bulabildiğimiz tek İngilizce karşılık budur.[8] Karakurum sıradağları[9] ve küçük Tibet ile ayrılmış olsa da, büyük Tibet, İncil bilginlerimizin Pamir[10] Yaylalarını insan türünün beşiği, efsanevi Âdem’in doğum yeri olarak tanımladıkları aynı Asya platosundadır. Tibet ya da Ti-Boutta, etimolojik olarak, Çincede Tanrı’nın karşılığı olan Ti ve Buda ya da bilgelik sözcüklerini karşılar: o halde, Bilgelik-Tanrısı’nın ya da Bilgeliğin enkarnasyonlarının diyarıdır. “Bod-Jid” olarak da adlandırılır. Şimdi “Jid” ve “Jod”, Tanrı için eşanlamlı kıyamet ve fallik isimlerdir —YOD, Tanrı’nın İbranice adıdır. G. Higgins, Kelt Druidleri adlı eserinde Galli Druidlerin Bod-Jid adını Buddud olarak değiştirdiklerini ve bunun da onlar için “Jid’in Bilgeliği” ya da insanların şimdi “tanrı”[11] dedikleri şey anlamına geldiğini gösterir.
Dürzîlerin dininin Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlığın bir bileşimi olduğu, Gnostisizm ve İran’ın Mecusi sistemiyle güçlü bir şekilde harmanlandığı söyleniyor. İnsanlar her şeyi hakiki isimleriyle çağırsalar, tüm kibirlerini hakikate feda etseler, her şeyi başka türlü itiraf edebilirlerdi. Örneğin, Muhammediliğin Keldanilik, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin bir bileşimi olduğunu; Hıristiyanlığın Yahudilik, Gnostisizm ve Paganizm’in bir bileşimi olduğunu; ve Yahudiliğin, İsrail kabilelerinin gerçek tarihinin bölük pörçük parçalarına uyacak şekilde uydurulmuş isimler ve masallar altında maskelenen toptan bir Mısır-Keldani Kabalizmi olduğunu söyleyebilirlerdi —Dürzîlerin dini sistemi o zaman arkaik Bilgelik-Dininin son kalıntılarından biri olarak görülebilirdi. Bu sistem tamamen, zaman zaman dalları ortaya çıkan pratik mistisizm unsuruna dayanmaktadır. Bunlar Kabalizm, Teosofi ve Okültizm gibi popüler olmayan isimlerle anılırlar. Kurtuluş doktrininin temel dayanağına verdiği önem nedeniyle —(Şeytan dogmasını kastediyoruz) teurji uygulamasını aforoz etmek zorunda kalan Hıristiyanlık dışında— Yahudilik ve Müslümanlık da dahil olmak üzere her din yukarıda adı geçen bu dallara itibar etmektedir. Uygarlık, materyalist her şeyi hizaya sokan ve her şeyi yok eden eliyle Hindistan ve Türkiye’ye bile dokunduğu için, çökmekte olan inançların ve eski bilimlerin gürültüsü ve kaosu arasında, arkaik hakikatlerin hatırası artık hızla yok olmaktadır. “Atalarımızın eski ve köhnemiş batıl inançlarını” kınamak oldukça popüler ve moda haline gelmiştir; hatta teurji[12] ya da okültizm öğrencilerinin en doğal müttefikleri olan Spiritüalistler arasında bile. Bu döngüsel akıntıyı takip etmeye çalışan ve bu akıntının eski bilgileri silip süpürmesine yardımcı olan pek çok inanç ve mezhep arasında, aynı güçlü materyalizm ve modern bilim dalgasının kendi temellerini de silip süpürdüğü gerçeğine garip bir şekilde kör kalanlar, eskinin bu unutulmuş gerçeklerini her zamanki gibi canlı tutmaya devam eden yegâne dinler, en başından beri diğerlerinden kesinlikle uzak duranlardır. Dürzîler, hem Müslümanlarla hem de Hıristiyanlarla görünürde kaynaşmış olsalar da, Perşembe günleri halka açık toplantılarında Kur’an’ı ve İncil’i okumaya her zaman hazır olsalar da, hiçbir yabancının kendi doktrinlerinin gizemlerine nüfuz etmesine asla izin vermemişlerdir. Yalnızca zekâ[13], Yüce Bilgelik ya da Ti-meami’nin canlandırıcı ve ilahi kıvılcımını ruha iletir (beden hayatta kalsa da onlarla birlikte ölümlüdür) —derler— ama H’amsa’ya inanmayan herkesten uzak tutulmalıdır. Ruhun işi bilgeliği aramaktır ve dünyevi bilgeliğin özü Evrensel Bilgeliği ya da diğer dindarların bu ilkeyi adlandırdığı şekliyle “Tanrı”yı bilmektir. Dürzîlerin “Bilgelik” dediği yerde “Buda” diyen Budistlerin ve Lamaistlerin doktrini budur —bir kelime diğerinin tercümesidir. Bir yazar, “Müslümanların dini geleneklerini dıştan benimsemelerine, çocuklarını Hıristiyan okullarında eğitmeye hazır olmalarına, Arap dilini kullanmalarına ve yabancılarla serbestçe ilişki kurmalarına rağmen, Dürzîler Yahudilerden bile daha tuhaf bir halk olmaya devam ediyor,” diyor. Çok nadiren din değiştirirler; kendi ırkları içinde evlenirler ve geleneklerine büyük bir inatla bağlı kalarak, değerli sırlarını keşfetmeye yönelik tüm çabaları boşa çıkarırlar. Yine de ne fanatiktirler ne de din değiştirmeye heveslidirler.
Huc,[14] Tataristan, Tibet ve Çin Yolculuğu adlı eserinde Tibetlilerin diğer dinlere gösterdikleri aşırı hoşgörüden ve hatta dışa yansıyan saygıdan büyük bir hayretle söz eder. İki misyonerin Koum-boum yakınlarındaki Choang-Long’da karşılaştıkları büyük bir Lama ya da onun deyimiyle “yaşayan bir Buda,” iyi bir terbiyenin yanı sıra nezaket ve duygularına saygı gösterme konusunda da kesinlikle en iyilerine sahipti. Ancak iki Fransız bu davranışı ne anladılar ne de takdir ettiler, çünkü Hobilgan’a[15] yaptıkları hakaretten gurur duyuyor gibiydiler. “Onu bekliyorduk … kang’ın üzerinde oturuyorduk . . ve onu karşılamak için bilerek ayağa kalkmadık, sadece hafif bir selam verdik” —Huc (Blm. ii. p. 35—36). Yine de Büyük Lama “rahatsız olmuş gibi görünmüyordu”; “kasıtlı olarak” kendisinden “oturma davetini” esirgediklerini görünce onlara sadece “şaşırmış” bir şekilde baktı. Onların bir dua kitabı dikkatini çekince, “onu incelemek için izin” istedi ve sonra onu “ciddiyetle alnına götürerek” şöyle dedi: “Bu sizin dua kitabınız; başkalarının dualarına her zaman saygı göstermeli ve hürmet etmeliyiz.” Bu iyi bir dersti ama onlar bunu anlamadılar. Vedaları, Tripitaka’yı ya da Grantha’yı saygıyla alnında taşıyan ve diğer insanların dualarını alenen onurlandıran Hıristiyan misyonerleri görmeyi çok isterdik! Tibetli “vahşi”, putperest Hobilgan, tüm sevecenliği ve nezaketiyle karşımızdayken, Abbe Huc’un arkadaşına ve kendisine verdiği isimle iki Fransız “Yehova’nın Lamaları” iki eğitimsiz kabadayı gibi davranıyordu. Bir de bununla övündüklerini düşünün!
Dürzîler de Lamaistler gibi din değiştirmeye teşebbüs etmezler. Her iki halkın da kendi “büyü okulları” vardır — Tibet’tekiler bazı la-khang’lara (lamaseries) bağlıyken, Dürzîler arasındakiler inisiyasyonun sıkı korunan mahzenlerinde bulunur, yabancıların binalara girmesine bile izin verilmez. Tibetli Hobilganlar Buda’nın ruhunun vücut bulmuş hâlleri olduğu gibi, Dürzî Okhallar da —bazı yazarlar tarafından yanlışlıkla “Ruhaniler” olarak adlandırılırlar— H’amsa’nın vücut bulmuş hâlleridir. Her iki halkın da düzenli bir parola sistemi ve neofitler arasında tanınma işaretleri vardır ve bunların neredeyse aynı olduğunu biliyoruz çünkü bunlar kısmen Teosofistlerinkiyle aynıdır.
Dürzîlerin mistik sisteminde “Yüce Bilgelik Sözü”nün beş “habercisi” veya yorumcusu bulunmaktadır; bunlar Tibet’in beş baş Boddhisattvası veya Hobilganları ile aynı konuma sahiptir ve her biri beş Buda’dan birinin ruhunun bedensel tapınağıdır. Her iki grup hakkında neler bilinebileceğini görelim. Beş başlıca Dürzî “haberci”nin isimleri ya da daha doğrusu unvanları —çünkü bu isimler hem Dürzî hem de Tibet hiyerarşilerinde geneldir ve her birinin ölümüyle unvan halefine geçer— şunlardır:
(1) H’amsa[16] ya da “El Hamma,” (ruhsal bilgelik) Mesih olarak kabul edilir ve onun aracılığıyla Bedenlenmiş Bilgelik konuşur.
(2) İsmail-Ti-meami- (evrensel ruh). Dürzîleri inisiyasyonlarından önce “bilgelik” almaya hazırlar.
(3) Muhammed-(Söz). Görevi kardeşlerin davranışlarını ve ihtiyaçlarını gözetmektir; bir tür Piskopos.
(4) Se-lama, (“Önceki”) “Sağ Kanat” olarak adlandırılır.
(5) Mokshatana Bahâeddin, (“Takip Eden”) “Sol Kanat” olarak adlandırılır.
Bu sonuncular H’amsa ile Kardeşlik arasındaki elçilerdir. Baş Okhallar dışında herkesin bilmediği bu yaşayan aracıların üzerinde “Yüce Bilgelik”in on Enkarne’si durur, bunlardan sonuncusu hızla yaklaşan döngünün sonunda geri dönecektir —ancak El Hamma’dan başka kimse o günü bilmez— olayların döngüsel tekrarlarına uygun olarak bu son “haberci” aynı zamanda H’amsa ile birlikte gelen ilk kişidir, dolayısıyla Bahâeddin. Dürzî Enkarnasyonlarının isimleri Hindistan’da ortaya çıkan Ali-Allal (Kabir’e inanıyoruz); İran’da Albar; Yemen’de Alya; Doğu Afrika’da Moill ve Kahim; Orta Asya’da Moessa ve Had-di; Çin’de Albou ve Manssour; ve Buddea, yani geldiği ve geri döndüğü Tataristan’daki Bahâeddin’dir.[17] Bazıları bu sonuncusunun yeryüzünde çift cinsiyetli olduğunu ileri sürer. Bir kötülük canavarı olan Halife El-Hâkim’in içine girdikten sonra onu öldürttü ve sonra H’amsa’yı vaaz vermesi ve Lübnan Kardeşliği’ni kurması için gönderdi. O halde El-Hâkim sadece bir maskedir. Onların beklediği Buddea, yani Bahâeddin’dir.[18]
Şimdi de Lama hiyerarşisine gelelim. Yaşayan ya da bedenlenmiş Budalar arasında da beş tane bulunmaktadır; bunların başında Dalay ya da daha doğrusu Talay, Lama —Tale “Okyanus” ya da Deniz’den gelir; ona “Bilgelik Okyanusu” denir. Onun üzerinde, H’amsa’nın üzerinde olduğu gibi, sadece “YÜCE BİLGELİK” vardır —beş Buda’nın kendisinden çıktığı soyut ilke— Maitree Buda (son Boddhisattva veya Kalanki avatarındaki Vishnu) yeryüzünde beklenen onuncu “elçi” de buna dahildir. Ancak bu Tek Bilgelik olacak ve kendisini tek bir bireyde değil, tüm insanlığa kolektif olarak enkarne edecektir. Ancak bu gizem hakkında şimdilik daha fazla bilgi yok.
Bu beş “Hobilgan” aşağıdaki sıraya göre dağıtılmıştır:
(1) Lha-ssa’dan Talay-Lama – Gautama veya Siddartha Buda veya Fo’dan gelen “Ruhani” “pasif” bilgeliğin cisimleşmiş hâli.
(2) Bande-cha-an Rem-boo-tchi, Djashi-Loombo’da. O “aktif dünyevi bilgeliktir”.
(3) Sa-Dcha-Fo ya da “Buda’nın Ağzı”, başka bir deyişle Ssamboo’daki “söz”.
(4 Khi-sson-Tamba-Büyük Kooren’deki (Buda’nın) “Öncüsü”.
(5) Tchang-Zya-Fo-Lang, Altay dağlarında. Kendisine (Buda’nın) “Halefi” denir.
“Shaberonlar” bir derece daha aşağıdadır. Dürzîlerin baş Okhalları gibi onlar da büyük bilgeliğin ya da Buddh Ezoterik dininin inisiyeleridir. “Beşler”in bu ikili listesi en azından iki sistemin yönetim biçimleri arasında büyük benzerlikler olduğunu göstermektedir. Okuyucu her iki sistemin de bugünkü görünür durumlarına neredeyse aynı zamanda geldiklerini akılda tutmalıdır. Modern Lamaizm dokuzuncu yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar, Hobilganlara ve Shaberonlara sıradan Çinli ve Tibetlilerin merakına karşı bile bir kör olarak hizmet eden törensel ve popüler dinini geliştirmiştir. On birinci yüzyılda H’amsa Lübnan Kardeşliğini kurdu; ve şimdiye kadar hiç kimse sırlarına erişemedi!
Hem Lamaların hem de Dürzîlerin aynı mistik istatistiklere sahip olmaları son derece gariptir. İnsan türünün sayısını 1,332 milyon olarak hesaplıyorlar. Onlara göre iyilik ve kötülük insan eylemlerinin terazisinde bir dengeye geldiğinde (şimdi kötülük çok daha ağır basıyor), “Bilgeliğin” nefesi sadece 666 milyon insanı göz açıp kapayıncaya kadar yok edecektir. Hayatta kalan 666 milyon insanın içinde “Yüce Bilgelik” cisimleşecektir. Bunun alegorik bir anlamı olabilir ve muhtemelen de vardır. Ancak Yuhanna’nın Vahyi’ndeki “büyük Canavar”ın sayısıyla ne gibi bir ilişkisi olabilir?
Hindular da aynı inanca sahiptir. “Deva-Yug “da hepsi dev ya da tanrı olacaktır. Bkz: Lama-nim-tshen-po veya “Mükemmelliğe Giden Büyük Yol”; on beşinci yüzyıla ait bir eser. Bu kitabın yazarı Lamaizm’in Büyük Reformcusu, ünlü Tzong-ka-pa’dır ve rivayete göre saçlarından ünlü Kumbum[19] harf ağacı —yapraklarının hepsi kutsal Tibet yazıtları taşıyan bir ağaç — çıkmıştır. Bu ağaç kırk yıl kadar önce Abbe Huc tarafından görülmüş olup, geçen yıl da Macar seyyah Kont Szitcheny tarafından görülmüştür; ancak, affına sığınarak, onun yaptığını iddia ettiği gibi, fiziksel koşullar altında bir dalını alıp götürmesi mümkün değildir.
Tibet ve Dürzîlerin dinleri hakkında gerçekte bilinenden daha fazlası biliniyor olsaydı, o zaman bilginler Turanlı Lamaistler ile Sami “El-Hamitler” ya da Dürzîler arasında şimdiye kadar sanıldığından daha fazla yakınlık olduğunu görürlerdi. Ancak yazarlar ne zaman birinden ya da diğerinden bahsetse, her şey karanlık hâle geliyor, sadece varsayım ve tahminlerden ibaret kalıyor. İnançları hakkında ortaya çıkan çok az şey önyargı ve cehaletle öylesine çirkinleştirilmiştir ki, hiçbir bilge Lama ya da Dürzî bu kurmaca fantezilerde kendi inancıyla en ufak bir benzerlik göremez. Godfrey Higgins’in (Celtic Druids Part I, 101) vardığı son derece düşündürücü sonuç bile ne kadar doğru olursa olsun, ancak kısmen doğrudur. “Belli ki” diye yazar, “bir yerlerde (kadimler tarafından) muhafaza edilen ve en ağır yeminlerle korunmuş olması gereken gizli bir ilim vardı … ve hâlâ sadece Tibet’in mahzenlerinin derin girintilerinde bilinen gizli bir doktrin olduğundan şüphelenmekten kendimi alamıyorum.”…
Dürzîlerle bitirelim: Selama ve Bahâeddin gibi —“Lama” ve “Buda” kelimelerini çağrıştıran iki isim— H’amsa’nın inzivasının sırrı sadece onlara emanet edilmiştir; ve efendilerine danışma imkânına sahip olduklarından, zaman zaman onun talimatlarını ve emirlerini Kardeşliğe ulaştırırlar; bu isme sahip Okhallar bugün bile her yedinci yılda Basra ve İran üzerinden Tataristan ve Tibet’e, Çin’in en batısına seyahat etmekte ve on birinci yılın sonunda “El’ Hamma”dan yeni emirler getirerek geri dönmektedirler. “Çin ve Rusya arasındaki savaş beklentisi nedeniyle,” daha geçen yıl bir Dürzî elçi Tibet ve Tataristan’a giderken Bombay’dan geçmiştir. Bu, ‘tüm dindar Dürzîlerin ruhlarının Çin’deki bazı şehirleri kalabalık bir şekilde işgal ettiğinin varsayıldığı” şeklindeki “batıl” inancı açıklamaktadır. Gerçek soyun beşiğinin Pamir yaylaları civarında olması gerektiğini —İncil âlimleriyle birlikte— söylerler: ama sadece inisiye olmuş insanlığın beşiği; bilginin meyvesini ilk kez tatmış olanların beşiği ve bunlar Tibet, Moğolistan, Tataristan, Çin ve Hindistan’dadır, dindar ve inisiye olmuş kardeşlerinin ruhlarının da göç ettiği ve “Tanrı’nın oğulları” olarak yeniden doğduğu yerlerdir. Bu dilin ne anlama geldiğini her Teosofist bilmelidir. Âdem ve Havva masalına itibar etmezler ve yasak meyveden ilk yiyenlerin ve böylece “Elohim” olanların Enoch ya da Hermes (Masonluğun atası olduğu varsayılır) ve Seth ya da Sat-an olduğunu söylerler, gizli bilgeliğin ve öğrenmenin atası olan bu varlığın şu anda Merkür[20] gezegeninde bulunduğunu ve Hıristiyanların onu bir baş şeytana, “düşmüş meleğe” dönüştürme nezaketini gösterdiklerini söylerler. Onların şeytani varlığı soyut bir ilkedir ve “Rakip” olarak adlandırılır.
“Milyonlarca Çinli Üniteryen”, derken Çinlilerin yanı sıra Tibetli Lamaları, Hinduları ve diğer Doğuluları da kastediyor olabilir. Dürzîlerin Armageddon’da diriliş gününe inandıkları ve bunu bekledikleri doğrudur, ancak bunu başka türlü telaffuz etmektedirler. Bu ifade Kıyamet’te geçtiği için bazılarına bu fikri Aziz Yuhanna’nın Vahiy’inden almışlar gibi görünebilir. Böyle bir şey söz konusu değildir. Dürzî öğretisine göre “büyük ruhani planı tamamlayacak olan o gün — bilge ve sadıkların bedenleri mutlak özün içine çekilecek ve çokluktan BİR’e dönüşecektir.” Bu, Budistlerin Nirvana fikri ve Vedantinler’in Parabrahm’a nihai olarak çekilmesidir. “Pers Mecusiliği ve Gnostisizmi”, Aziz John’u Keldani İnsan-Balık Oannes olarak görmelerine neden olur, dolayısıyla inançlarını aynı anda Hint Vişnu’su ve Lamaik Semboloji ile birleştirir. Onların “Armageddon”u basitçe “Ramdagon”dur[21] ve bu şekilde açıklanmaktadır.
Vahiy’deki ibare Hıristiyanlar tarafından diğer pek çok şeyden daha iyi yorumlanmazken, Kabalist olmayan Yahudiler bile onun gerçek anlamını bilmezler. Armagedon’un coğrafi bir yer olduğu sanılmaktadır, yani Gideon’un Midyanlılara karşı zafer kazandığı Esdraelon’un yüksek masası ya da Ar-magedon “Megiddo dağı.”[22] Bu yanlış bir düşüncedir, çünkü Vahiy’deki isim, putperest Doğu’nun, özellikle de Turan ve Sami ırklarının en arkaik geleneklerinden birinde bahsedilen efsanevi bir yere atıfta bulunur. Basitçe, nihai yargı gününü beklemek üzere ayrılan ruhların toplandığı bir tür araf Elysium’dur. Bunun böyle olduğu Vahiy’deki ayetle kanıtlanmıştır. “Ve onları Armagedon denilen yerde topladı (XVI. 16), yedinci Melek kâsesini havaya boşaltacağı zaman.”[23] Dürzîler bu mistik bölgenin adını “Ramdagon” olarak telaffuz ederler. O halde, “Kıyamet Üzerine Yorum”un yazarı tarafından gösterildiği gibi, kelimenin bir anagram olması kuvvetle muhtemeldir. “Rama-Dagon”[24] anlamına gelir; birincisi bu isimdeki Güneş Tanrısı’nı, ikincisi ise “Dagon” ya da Keldani Kutsal Bilgeliği’nin “Elçileri” Oannes’te —İnsan-Balık— cisimleştiğini ve “Tanrı’nın Oğulları”na ya da hangi ülkeden olursa olsun İnisiyelere, kısacası Tanrısal Bilgeliğin zaman zaman kendisini dünyaya ifşa ettiği kişilere indiğini ifade eder.
[1] Blavatsky’nin Mardi-Arap dediği topluluk, Mardin, Savur, Ömerli ve Lübnan’da yaşayan Mıhellemiler veya Mahalmiler olabilir. Türkçe, Kürtçe ve Aramice’den etkilenen, Arapçanın Kıltu (Qultu) lehçesi olan mıhellemice konuşurlar. (ÇN)
[2] İmperium in imperio, “kuvvet içinde kuvvet”, “imparatorluk içinde imparatorluk” ve “devlet içinde devlet” anlamlarına gelen Latince bir deyiştir. (Ç.N.)
[3] Sih dininin kurucusu. (ÇN)
[4] Grantha: 5. yüzyılda hindistan’ın güneyinde geliştirilmiş olan yazı sistemi. (ÇN)
[5] Nasr-Allah tarafından Fransız Kralına Dürzî Kutsal Kitaplarının bir bölümü olarak takdim edilen ve 1701 yılında Petis de la Croix tarafından tercüme edilen eserin sahte olduğu açıklanmıştır. Şu anda Bodleian, Viyana ya da Vatikan Kütüphaneleri’nde bulunan nüshalardan hiçbiri gerçek değildir ve her biri diğerinin kopyasıdır. Dürzîlerin tapınma perdesinin ardını görebilmek için seyyahların merakı her zaman büyük olmuş, yılmaz ve meraklı misyonerlerin çabaları da daha büyük olmuş, ancak hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İnançlarının doğası, yeraltındaki Holowey’lerinde uyguladıkları kendilerine özgü ayinler ve kanonik kitaplarının içeriği konusunda en katı gizlilik, H’amsa ve Bahâeddin tarafından takipçilerine emredilmiştir. Lübnan mistiklerinden hiçbiri Avrupalı bir bilim insanı tarafından bırakın incelenmeyi, görülmemiştir bile. Birçok elyazması, her zaman zemin kattaki toplantı odasının altına inşa edilen yeraltı Holowey’lerinden (dini toplantı yeri) hiç çıkmamıştır ve Dürzîlerin halka açık Perşembe toplantıları, aşırı meraklı seyyahlar ve komşular için tasarlanmış panjurlardır. (H.P.B)
[6] “Lama” kaba Tibet dilinde patika veya yol anlamına gelir ama mecazi anlamda yol anlamını taşır: “bilgeliğe veya kurtuluşa giden yol” gibi. Garip bir şekilde aynı zamanda “haç” anlamına da gelir. Roma figürü X veya on, mükemmelliğin veya mükemmel sayının amblemidir ve Mısırlılar, Çinliler, Finikeliler, Romalılar vb. için on anlamına gelir. Meksika laik takvimlerinde de bulunur. Tatarlar ona İskit-Turan dilinde lamh, el (iki eldeki parmak sayısından) kelimesinden gelen lama derler ve Keldanilerin Jod’uyla eş anlamlıdır, “ve böylece bir haçın, Tatarların Baş Rahibinin ve Tanrı’nın Lamaik Elçisinin adı olmuştur” der Tanrı’nın Kitabı’nın yazarı; “Kıyamet Üzerine Yorumlar”. İrlandalılarda luam, Kilise’nin başı, ruhani bir şef anlamına gelir. (H.P.B)
[7] Shaberon, dini lider, kalıtsal bir soydan gelen lama, büyük lama. Blavatsky Khubilghan veya Khobilgan terimini Tibet’in yüksek ve inisiye Lama’larına atıfta bulunmak için kullanmıştır. Bunlar Buda benzeri bir ruhun enkarnasyonları olarak görülmektedir. (ÇN)
[8] Lamaistler İngilizce “Tanrı” kelimesinin temsil ettiği antropomorfik ilah kavramına sahip olmadıkları için bu terim çok yetersizdir. Fo ya da Buda (bu sonuncu isim halk tarafından pek bilinmez) onların, güneşten gelen ışık gibi her şeyin kendisinden kaynaklandığı, nedeni kişisel bir şey olmayıp sadece Soyut bir İlke olan, Her Şeyi Kucaklayan, Üstün İyi ya da Bilgelik için kullandıkları muadil bir ifadedir. Ve tüm teosofik yazılarımızda, daha iyi bir kelime bulamadığımız için, “Tanrısal” ve “İlahi” olarak adlandırmak zorunda olduğumuz şey budur. (HPB)
[9] Karakurum, Pakistan, Çin ve Hindistan’daki sıradağlar. Bu dağlar Himalayalar’ın batı uzantısıdır. (ÇN)
[10] Orta Asya’da birkaç Pamir vardır. Her ikisinden de daha kuzeyde yer alan Alighur Pamiri, çevresinde Victoria Gölü bulunan büyük Pamir, daha güneyde Taghdumbast Pamiri ve küçük Pamir ve doğuya doğru Mustagh Geçidi ile Küçük Guhjal’ı ayıran bir başka Pamir silsilesi bulunmaktadır. Cennet bahçesini bunlardan hangisinde aramamız gerektiğini bilmek ister miydiniz? (HPB)
[11] İbranice’de mabedin adı Te-bah ve Ti-boutta ve Tebet’tir, aynı zamanda insan soyunun beşiğidir. Tebet “bir kutu” anlamına gelir — Nuh’un “gemisi” ve Musa’nın yüzen beşiğidir. (HPB)
[12] İlahi büyü olarak da bilinen teurji, büyü sanatlarının iki ana dalından biridir. Diğeri pratik büyü veya thaumaturjidir. Teurji, özellikle henosis’e (ilahi olanla birleşme) ulaşmak ve kendini mükemmelleştirmek amacıyla bir veya daha fazla tanrının (“tanrı formları” olarak da adlandırılır) varlığının çağrılması veya çağrıştırılmasıyla ilişkili ritüel uygulamaları ifade eder. (ÇN)
[13] Dürzîler insanı üç ilkeye ayırır: beden, ruh ve zekâ — Teosofistlerin “ruh” dediği “İlahi Kıvılcım.” (HPB)
[14] Travels in Tartary, Thibet, and China during the years 1844-5-6. Volume 1, by Evariste Régis Huc. (HPB.)
[15] Ya da Khobilgan, Tibet’teki yüksek lamaların farklı Budaların ve diğer ruhani kişiliklerin “reenkarnasyonları” olduğu fikriyle ilgili Moğolca bir terimdir. (ÇN)
[16] Dürzîler çok ilginç bir şekilde kendi H’amsa’larını Hazreti Muhammed’in amcası Hemsa (Hamza) ile özdeşleştirirler; dedelerine göre, dünyadan ve onun aldatıcı ayartmalarından bıkmış, M.S. 625 yılındaki Dhod savaşında ölümü taklit etmiş ve Orta Asya’daki büyük bir dağın eteklerine çekilerek orada bir aziz haline gelmiştir. Ruhen asla ölmemiştir. Bundan birkaç yüzyıl sonra aralarında göründüğünde, bu ikinci ruhani bedenindeydi ve Mesihleri kardeşliği kurduktan sonra ortadan kaybolduğunda, Üstatlarının inzivaya çekildiğini bilen yegâne kişiler Se-lama ve Bahâeddin’di. Yalnızca onlar onun hangi bedenlere girdiğini biliyordu, kendini art arda yeniden bedenliyordu —çünkü on avatarın sonuncusu ya da biri olan En Yüce Elçi’nin dönüşüne kadar ölmesine izin verilmiyordu. Yalnızca o —şimdi görünmez olan ama beklenen— H’amsa’dan daha yüksekte durur. Ancak, yanlış bir şekilde inanıldığı gibi, kötü isimle anılan Fatımi Halifesi “El-Hâkim” değildir. (HPB)
[17] Bilgelik Tanrıçası Minerva’nın isimlerinden biri de Budea’ydı.(HPB)
[18] Dürzî sisteminde, ölümlü bir insanda ilahi gayrişahsi ve soyut bilgeliğin bir kısmı cisimleşmedikçe, kişisel bir tanrıya yer yoktur. Onlara göre tanrısal ilke Yaşamın özüdür, Her Şeydir ve Vedantinler’in Parabrahm’ı ya da Budistler’in Nirvana Hâli kadar gayrişahsidir, her zaman görünmez, her yeri kaplar ve kavranamazdır, ancak ruhunun ara sıra insan formuna bürünmesi yoluyla bilinebilir. Yukarıda belirtildiği gibi bu on enkarnasyon veya insan avatarı “Ti-meam Tapınakları” (Evrensel Ruh) olarak adlandırılır. (HPB)
[19] Kumbum ağacı: Yaprakları mucizevi bir şekilde ilahi imgeler – ya da bazılarına göre Tibetçe, Sanskritçe veya Senzar harfleri – gösteren ağaç. (ÇN)
[20] Buda Maya’nın oğludur: Brahma inanışına göre de Vişnu’nun; “Maia” Jüpiter tarafından Merkür’ün annesi olarak tayin edilmiştir. Buda “bilge” anlamına gelir ve Merkür Bilgelik Tanrısıdır (Hermes); ve Gautama Buda için kutsal olan gezegen Merkür’dür. Venüs ve İsis denizciliğe hükmediyordu, tıpkı şimdi Meryem ya da Maria’nın, Madonna’nın hükmettiği gibi. Meryem Ana bugün bile Kilise tarafından ilahi olarak okunmuyor mu?
“Ave Maris Stella
“Dei Mater Alma?”— veya
Selam, Deniz Yıldızı,
Tanrı’nın Annesi — böylelikle Venüs’le mi özdeşleştirildi? (HPB)
[21] Güneş soyundan gelen Rama, bir Güneş Tanrısı olan Vişnu’nun vücut bulmuş hâlidir. “Machha” ya da ilk Avatar’da, insanlığı nihai yıkımdan kurtarmak için (bkz. Vishnu Purana) bu Tanrı, Kral Satyavrata’ya ve Evrensel Tufan’dan kaçmak için gemide ona eşlik eden yedi azize, muazzam bir boynuzu olan devasa bir balık şeklinde görünür. Bu boynuzla Kral’a Hari tarafından gemiyi halat yerine bir yılanla (sonsuzluğun amblemi) bağlaması emredilir. Talay-Lama, “Okyanus” isminin yanı sıra, Tibetçede “tek boynuzlu at” veya tek boynuzlu anlamına gelen Sarou olarak da adlandırılır. Başında, Jain ve Hindu Swastica’sı olan Yung-dang ya da mistik bir haçın üzerine yerleştirilmiş belirgin bir boynuz takar. “Balık” ve deniz ya da su, tüm kadim halklar arasında Mesihlerin ya da ilahi bilgeliğin vücut bulmuş hâllerinin en arkaik amblemleridir. Balıklar eski Hıristiyan madalyalarında belirgin bir figür olarak yer alır; ve Roma’nın yeraltı mezarlarında “Mistik Haç” ya da “Çapa” destekçi olarak iki balığın arasında durur. Zerdüşt’ün annesinin adı olan “Dagh-dae”, “İlahi Balık” ya da Kutsal Bilgelik anlamına gelir. “Sulardaki Hareket Ettirici” ister “Narayan” ister Abatur (Kabalistik Üstün Baba ve “Dünyanın Kadimi”) ister “Kutsal Ruh” diyelim, hepsi birdir. Codex Nazareæus, Kabala ve Yaratılış’a göre, Kutsal Ruh sular üzerinde hareket ederken kendini yansıttı ve “Adam Kadmon doğdu.” Latincede Mare, deniz demektir. Su, her inançla ilişkilendirilir. Meryem ve Venüs hem denizin hem de denizcilerin koruyucusudur ve her ikisi de ister İlahi ister Dünyevi olsun Sevgi Tanrılarının anneleridir. İsa’nın annesinin adı Meryem ya da Mariah’tır —İbranice’de ayna anlamına gelen bu sözcükte gerçek yerine yansımayı buluruz ve Hıristiyanlıktan 600 yıl önce Buda’nın annesi Maya’nın adı da aynı şekilde yanılsama anlamına gelir. Bir başka ilginç “tesadüf” de Tibet’teki yeni Dalay Lamaların seçimlerinde görülür. Buda’nın yeni enkarnasyonu, üç altın balığın ilginç bir iksiri ile tespit edilir. Kendilerini Buda-La’ya (Tapınak) kapatan Hobilganlar bir küpün içine üç altın balık koyarlar ve Yüce Bilgeliğin bu eski amblemlerinden birinin üzerinde, kısa bir süre sonra, son Talay-Lama’nın ruhunun içine geçtiği varsayılan çocuğun adı belirir. (HPB)
[22] “Megeddo Vadisi” değildir, çünkü bilindiği kadarıyla böyle bir vadi yoktur. Dr. Robinson’un tipografik ve Kutsal Kitap’a dayalı düşünceleri varsayımdan öteye geçmemektedir. (HPB)
[23] Kutsal Kitap’ın Türkçe çevirisinde şöyledir bu ayet: “Üç kötü ruh, kralları İbranice Armagedon denilen yere topladılar. Yedinci melek tasını havaya boşalttı. Tapınaktaki tahttan yükselen gür bir ses, “Tamam!” dedi.” https://kutsalkitap.info.tr/?q=Va.16 (ÇN.)
[24] Koç aynı zamanda rahim ve vadidir; ve Tibetçede “keçi”dir. “Dag” balıktır; insan-balık veya kusursuz bilgelik olan Dagon’dan gelir. (HPB)
Kaynak: Zerdüştlük, Dürzîlik ve Masonluk Üzerine – Blavatsky – Zuzu Kitap